Roma Döneminde Yunanistan
Antik Yunan ve Antik Roma kelimeleri belleğimizde güçlü çağrışımlar yapıyor. Troya Savaşı, olimpiyat oyunları, imparatorlar, lejyonlar, gladyatör dövüşleri ve daha nicesi. Dünya tarihine büyük ölçüde etki eden, bugünkü uygarlığımızın temel taşlarını atan bu iki medeniyetin etkileri günümüzde dil, kanun, mimari, spor, tıp, felsefe, sanat ve bilimin çeşitli dallarında hala sürmektedir. Bununla birlikte bu iki gücün çatışması, Greko-Romen adıyla anılacak denli kaynaşıp, ayrılması özellikle Roma Döneminde Yunanistan tarihi az bilinen tarihi detaylardandır.
Roma ve Yunanlıların İlk Temasları
İtalyan yarımadasındaki Yunan etkisi, Miken tüccarların İtalyan kabileleriyle ticarete başladığı MÖ 8. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bir asır sonra, Yunan Şehir Devletleri Güney İtalya ve Sicilya’da koloniler kurmuştur. Romalılar tarafından Magna Grecia olarak bilinen bu koloniler, Yunan anakarasındaki evlerine sağladığı keten, alet ve çanak çömlek karşılığında çiftlik ürünleri temin etmiştir. Orta İtalya’da 8. yüzyıldan 6. yüzyıla dek egemen kılan Etrüskler’’de Yunan kültüründen etkilenmiş olup, Tarquinia’da ki mezarlar ve yerel müzeyi incelendiğinde bu etkinin örnekleri görülebilir. Yunanlılarla Romalılar arasındaki en önemli fark, Romalıların bir İmparatorluk oluşturmasıdır. Yunanistan ise dost ya da düşman olup olmadıklarını anlaşılamayan bir Şehir Devletleri birlikteliğiydi. 4. yüzyılda Makedon kralı II. Philip tarafından fethedilmesine kadar birleşik bir Yunanistan yoktu. MÖ 4. yüzyılda, Roma Cumhuriyeti tüm merkezi İtalya’yı fethetmiş, Samnitler’le yapılan 48 yıllık savaştan sonra MÖ 295’te Campania ve Puglia ile ele geçirilmiştir. Roma ordusu böylece Güney İtalya’daki Yunan yerleşim bölgelerine çok yaklaşmıştır. Roma Cumhuriyeti Taras’taki (Modern Taranto) Sparta kolonisini barışçıl yolla ele geçirmek için bir elçi gönderdi. Roma elçisi, Yunanlıları etkilemek amacıyla resmi toga giyerek kente gelmişse de Yunanlılarca gülünç bulunmuş ve alay edilmiştir. Tarihçi Cassius Dio’ya göre Yunanlılardan biri kıyafetlerini Yunan sömürgecilerin kanında yıkanacağı sözünü veren elçi Lucius Postimius Megellus’un resmi kıyafetlerinin üstüne sıçmıştır. Bununla birlikte MÖ 281’de Taras, Roma’nın yaklaşmakta olan işgaline karşı korunmak için Epirus Kralı Pyrrhus’a başvurarak yardımını istemiştir. MÖ 279’da Asculum Savaşı’nda Pyrrhus ve Filler ordusu Romalıları yenmişse de o kadar çok asker kaybetmiştir ki bunun gibi bir zaferin kendisini mahvedeceğini iddia etmiştir ki Pyrrhic Zaferi (Pirus zaferi) deyimi, ağır bir kayıp zaferin değerini sorguladığında tarihçi hatta siyasetçilerce hala kullanılmaktadır. Gerçekten de 6 yıl sonra Roma, MÖ. 275 Beneventum Savaşı’nda Pyrrhus’u ve fillerini yenmeyi başarmıştır. Bu savaştan 430 yıl sonra doğan tarihçi Cassius Dio’ya göre yaralı genç bir fil binicilerini sırtından attıktan sonra annesini aramaya başlamış, annesi yavrusunu o halde görünce telaşlanmış, diğer fillerde emir dinlemez hale gelince bu durum Romalılara avantaj sağlamıştır. Roma böylece zengin Yunan kolonisi Taras’ı ele geçirerek adını Tarentum olarak değiştirmiştir. 10 yıl sonra, MÖ 264’te, Roma, Pön Savaşları’nın ilk bölümünde Kartaca’ya karşı galip geldikten sonra, Sicilya’yı ve buradaki Yunan yerleşimlerini ele geçirmiştir.
Roma’nın Yunanistan’ı Ele Geçirmesi
Roma’nın Düşmanlarını Alt Etmesi
MÖ 218’de 28 yaşındaki Hannibal Barca, Yeni Kartaca (Cartagena, İspanya) evinden 50.000 piyade, 9.000 süvari ve 37 fil ile yola çıkmış, Alpleri geçti ve Ticinus’un
yakınında (Roma’da Lombardia’daki Pavia) Roma’ya saldırmıştır. Roma ordusu, Hannibal’le mücadele ederken, Makedon Kralı V.Philip Büyük İskender İmparatorluğu’nu yeniden kurmak için harekete geçerek Illyria’daki (Dalmaçya Kıyısı) Roma topraklarına saldırmıştır.
2. Pön savaşının patlak vermesinden önce İtalya yarımadasının ancak dörtte üçünü kontrol eden Roma Cumhuriyeti’nin tek dış bölgesi Sicilya, Korsika ve Sardunya adalarıydı. Akdeniz dünyasında, ikisi Roma’dan oldukça büyük olan dört güç daha bulunmaktaydı. Bunları büyüklük sırasına göre sıralarsak Anadolu’dan Hindistan’a kadar uzanan Seleukos İmparatorluğu, İber yarımadasının çoğunu da kontrol eden Kuzey Afrika kıyılarında Kartaca, İskender’in Yunanca konuşan generallerinden birinin yönettiği Ptolemaik Mısır ve Yunanistan’ın çoğuna hâkim olan Makedonlar. 50 yıl sonra MÖ 168 yılına gelindiğinde Akdeniz civarında sadece iki büyük güç kalmıştır: Roma ile ayakta durmakta zorlanan Mısır. Diğerleri buldozer gibi üzerlerine gelen Roma lejyonlarınca ezilmişti. Bu arada Roma’nın kimliği değişmiş genç savaşçı devlet kendinden emin, öfkeli bir süper güce dönüşmüştür. Makedon İmparatorluğu, bazı özerk krallıklar arasındaki sürekli savaş nedeniyle, savunmasız kalırken, Yunanistan, Batı’da İtalya’daki güçlerini genişletmeye başlayan Romalılar, Doğu’da ise Persler, Partlar ve Bactriyalılar tarafından tehdit edilmekteydi.
Roma-Makedonya savaşları
Roma ve Makedonlar MÖ 217’den 205’e, MÖ 200’den 197’ye ve MÖ 171’den 168’e kadar üç savaşa girmiş olup, bu süreçte Roma otoritesi adım adım Yunanistan’a damgasını vurmuştu. Genç ve karizmatik bir savaşçı olan Makedon hükümdarı V. Philip Scion’ın düşüncesizce kararları ve Yunanistan’daki şehir devletlerinin çoğunun daha İskender’in zamanından beri olduğu gibi Makedon’dan nefret etmesi gibi faktörler Roma’nın Yunanistan’a hâkim olmasını kolaylaştırmıştır. Hannibal ile savaşan Roma, V. Philip ile savaşacak durumda olmadığından MÖ 205 yılında Hannibal ile ittifakı bırakması karşılığında Illyria’yı vermeyi kabul etmiştir.
Etrafı tamamen hasım devletle çevrili olan Philip, Illyria ve Epirus, Trakya, Hellespont ve Küçük Asya’nın batı kıyı şeridi ve adalarından sürekli saldırıya maruz kalmış, şanlı selefi Büyük İskender’in özelliklerin sahip olmadığından bu çatışmalarından hepsinden zaferle çıkamamıştır. MÖ 204’te Hannibal yenilince Roma Makedonya’ya geri dönmüş olup, genç cumhuriyet bu sefer antlaşma değil zafer arayışındaydı. MÖ 202’nin sonbaharında, Roma ile Kartaca arasındaki 17 yıllık savaş sona ermiş, Kartaca kentinden çok da uzak olmayan Zama’da Roma nihai bir zafer kazanmıştır. İtalya’nın işgali ve yüz binlerce vatandaşının hayatına mal olduğunu gördükten sonra Roma Cumhuriyetinin savaş için iştahını kaybetttiği veya bir toparlanma sürecine istediği düşünülebilirse de bu böyle olmadı. Zama zaferinden 2 yıl donra sıranın kendine geldiğini anlayan Philip Küçük Asya’ya elçiler göndererek Roma’ya karşı askeri yardım istemiştir. İtalya’da ise Centuriate (Halk Meclisi) bir miktar direniş göstermişse de Senato MÖ 200’de savaş kararı vermiştir.
Önce bugünkü Arnavutluk’ta bulunan Apollonia’ya bir ordu gönderen Roma MÖ 199 baharında Philip’in falankslarını parçalayarak, doğuya doğru bugünkü Makedonya’ya yürüdü. Philip’in hayatını neredeyse kaybettiği Ottolobus’taki Romalıların kazandığı zafere karşılık Makedonların Pluinna zaferi dengeyi sağlayınca hasat zamanı kesin sonuç elde edilememiş, Apollonia’daki üslerinden uzakta kar altında düşmanla karşılaşmak istemeyen Romalı komutan Galba sahile geri çekilmiştir. Apollonia’ya döndükten kısa bir süre sonra Galba’nın ayağı konsül Villius kaydırılmış yerine Quinctius Flamininus getirilmiştir. Yunan kültürü ile ilgili her şeyi seven, Yunanca okuyup, yazabilen Flamininus henüz 30 yaşında, büyük bir orduyu yönetmesi için son derecede genç olmasına karşın, istila hareketine başlamıştır. MÖ 198’de Aous vadisinde (günümüzde Vjosa Nehri) 40 gün boyunca tıkanmış lejyonerleri Makedon surlarını geçememiştir. Bununla birlikte tıpkı Thermopylae’de olduğu gibi yerel bir çoban Philip’in askerlerinin konumu hakkında bilgi verince Flamininus’un lejyonları Makedonlara ön ve arkadan saldırarak paniğe kapılmalarına sebep olmuş, Makedonya’nın batısını ele geçirerek Teselya’ya doğru yürümüştür.
Roma’nın Yunanistan’a Hakim Olması
Atrax kalesinde Makedon falanksları Roma ordusunu MÖ 197 ilkbaharına dek durdurmayı başarmışsa da iki ordu Cynoscephalae (‘Köpek Başları’) tepelerinde karşı karşıya gelmiştir. Kanatlarını korunduğu sürece düz zeminde yenilmez olan falankslar, manevra kabiliyetine sahip, Hannibal savaşının gazileri olan lejyonerler tarafından tehlikeli bir şekilde yamaçlara sürülerek katledildiler. Cynoscephalae Savaşı’nın bir sonucu da Büyük İskender için Mısır’dan Özbekistan’a dek büyük coğrafyaları feth eden Makedon falanks (Phalanx) askeri biriminin sonunu getirmesiydi. 5.5 m uzunluğundaki mızrakları ve kalkanlarla korunan yakın düzenli falankslar kanatlardan süvarilerle korunarak ilerlemekte, düşman dağıtıldıktan sonra süvariler saldırıya geçmekteydi. Romalılar Cumhuriyet döneminin ortalarında dek falanks formasyonu kullanılmıştır.
Roma işgaline yardım eden ve onu destekleyen Yunan şehir devletleri MÖ 196’da Isthmian oyunlarında Flamininus tarafından tekrar özgür ilan edilmekle birlikte gerçekte bir efendiden diğerine devrolduklarını gördüler ve asırlar boyu bir daha kendi kendilerini yönetemediler. Bununla birlikte Yunanistan’ın istilası çok hızlı olmadı. MÖ 168’de Pydna savaşında Makedonları yenen Romalılar ayrıca MÖ 146 ve MÖ 86’da isyan eden Corinth’i ele geçirdi, tüm erkekleri öldürüp, kadınları köle olarak sattı. Ağır ve baskıcı kısıtlamalar getiren Roma’nın Yunan devletleri hakkında tutarlı bir politikası olmayıp, sadece güvenlik ve gelir talep etmekteydi. Atina, Anadolu’daki Yunan kent devletlerinin desteğiyle Roma’ya isyan eden Pontus kralı Mithridates‘e destek verince Roma şehri işgal etmiş, surları yıkmış Yunanlıların en kıymetli hazine ve heykellerine el koymuştur.
Pax-Romana Döneminde Yunanistan
Octavion’un (Augustus veya Gaius Octavius Thurinus), Mark Antony ve Kleopatra’ya karşı zaferini takip eden 300 yıllık barış dönemi, Pax-Romana olarak bilinmekte olup aynı zamanda Yunanistan tarihinin de en uzun barış dönemidir. Bu dönem, özellikle Atina, Korint, İskenderiye, Milet, Selanik ve Smyrna gibi şehirlerde ekonomik ve kültürel ilerlemeye izin veren bir barış ve güvenlik dönemi olarak tanımlanmaktadır. Romalılar Yunan kültürünü memnuniyetle karşılamış, Latince ve Yunanca imparatorluğun resmi dilleri olmuştur. Böylee bir Greko-Romen İmparatorluğu kurulmuştur. Roma imparatorları özellikle Nero ve Hadrian, Yunanistan’a özel ilgi göstermiştir: Nero, Korint Kanalı’nda köle işçiler çalıştır, Hadrian ise Roma Agorası’nı (pazarını) ve kendi adını taşıyan kütüphaneyi inşa etmiştir. Atinalılar tarafından imparatoru onurlandırmak için inşa edilen kemer üzerinde iki yazı bulunmaktadır: Akropolis’e bakan tarafta ‘Burası Atina, Theseus’un antik kenti’ diğer tarafta ‘ Burası Theseus’un değil Hadrian’ın şehri’ yazmaktadır. MÖ 515’de inşaatına başlanılan Olympian Zeus tapınağını MS 124’de Hadrian tamamlatmıştır. Atina’da Hadrian’ın kemerinden Roma Agorası’na çıkan Adrianou (Hadrian) caddesi hala mevcuttur.
143 yılında Roma Konsülü’ne giren Yunan aristokrat ve Herodes Attikus, ya da Attikus Herodes, consul suffectus değil consul ordinarius unvanı taşıyan ilk Yunan olmuştur. Attikus’un MS 161 yılında Romalı karısı Annie Rigillia’nın onuruna Akropolis tabanında inşa ettiği tiyatro MS 267’de yıkılmış, kalıntıları 1858’de kazılmış ve 1961’de restore edilmiş olup, günümüzde hala konserler ve tiyatro gösterileri için kullanılmaktadır. Bu dönemde Yunanca, imparatorlukta konuşulan önemli bir dil olup, Yunanlılar Roma senatosuna katılmış, Helenizm Roma dünyasına yayılırken, Atina önemli bir sanat ve bilgi merkezi olma özelliğini sürdürmüştür.
Hıristiyanlık ve Yunanistan
Roma’nın Achaia eyaleti olarak bilinen Hellenler, entelektüel fikirleri, sanat ve mimarlık yoluyla Romalılar üzerinde etkili olmuştur. 2. yüzyılda, Romalılar Atina Üniversitesi’ne genç Romalılara eğitim için göndermiştir. Eleuesis gizemciliği Roma dünyasına geçerken, Senkretizm olarak bilinen süreç başlamış ve Yunan tanrılarına Latince isimler yakıştırılmıştır. Bu dönemde Greko-Roman dünyasına yayılan Yahudiler, monoteizm inancını ve seçilen insanlara hitap eden tanrı modelini tanıtıyorlar. Yunanlılar bir grup insanı diğerine tercih eden bir Tanrı fikri mantıksız görünüyor ve rağbet görmemiştir. Bununla birlikte Yahudi monoteizm düşüncesini, Platoncu metafizik, Aristoteles mantığı ve Stoacı ahlakla birleştiren Hristiyanlık kültürü, Yunanlılarca daha kabul edilmiştir. Roma egemenliği döneminde Yunanlılar Akdeniz’e yayılmış, İskenderiye kütüphanesinde pek çok yazma Yunancaya çevrilmiştir. Havari Pavlus tarafından Roma’daki Hristiyanlara yazılan mektupların Latince yerine Yunanca yazılmış olmaları çok önemli bir bulguya işaret etmektedir. Resmi işler dışında o günkü Roma İmparatorluğu, kültürel olarak Yunan etkisi altındaydı. MS 1. yüzyılda Antakya’daki kilisede misyonerlik görevine atanan Havari Pavlus, Kıbrıs’a gelmiş ve İsa’nın sadece seçilmiş bir insan değil aynı zamanda tüm insanlığın kurtarıcısı olduğunu vaaz etmiştir. Pavlus, herkesin katılmasını ve kurtarılmasını sağlayan bir monoteizm biçimi öğretmeye başlamış, Kıbrıs’tan, Küçük Asya’daki Yunan şehirlerine geri dönmüş, daha sonra Neapolis’e (Kavala) geçerek Philippi’de ilk Hıristiyan topluluğunu kurmuştur. Selanik’te bir Yahudi ve Yunan kilisesi kurmuş tam tutuklanmak üzereyken Veria’ya kaçmış ve bir sinagogda vaaz vermiştir. Veria’dan Glyfada’ya oradan Atina’ya deniz yolculuğu yapmış, Akropolis’in altındaki Aeropagos tepesindeki ‘Bilinmeyen Tanrı’ konulu vaazını verdikten sonra neredeyse iki yıl yaşadığı Corinth’e taşındı ve başka bir Hıristiyan topluluğu kurmuştur. Roma’daki ilk Hıristiyan kilisesini Yunanlılar getirmiştir. MS 64’te Roma kenti yanar ve İmparator Nero Hıristiyanları suçlar. Böylece uzun bir zulüm dönemi başlamışsa da 4. Yüzyılda Hıristiyan Kilisesi dünyadaki en yaygın kurum haline dönüşmüştür.